24 Mayıs 2013 Cuma

İklimler - Andre Maurois




Bu aralar hep kitap, hep kitap. Okusam da okumalara doymasam durumları.
Geçen instagramda muhabbeti olunca merak ettim, neymiş bakalım, ne menem bir şeymiş şu "İklimler" dedim. Ben "İklimler" deyince sadece Nuri Bilge Ceylan'ın bir filmini bilirdim, kitaptan habersizdim tümden.
 İyi ki de demişim, yoksa okunası bir kitabı kaçırmış, son derece karmaşık aşk meşk mevzularını kolaylıkla deşifre eden bir yazarı atlamış olacaktım. 
Tavsiye edenden allah razı olsun.

"İklimler" iki ana bölümden oluşuyor.
Önce Phılıppe'in ağzından Odile ve Phılıppe.
Sonra İsabelle'in ağzından Phılıppe ve İsabelle.

İlk bölümde  Phılıppe'in ailesi Mercenat'ları tanıyoruz; son dereci erdemli, kuralcı, ciddi ve saygı duyulan burjuva bir aile. Birbirleri ile dolaylı olarak konuşur, duygularını açıkça ifade etmez, laubalilikten nefret ederler. 

  Phılıppe ile Odile'in bir gezi de tanışması ile artık Odile Phılıppe'nin hayatının aşkı, bitmez tutku ve takıntısı haline gelir.






Odile böyle yarım akıllı diyeceğim dilim varmıyor, son derece saf bir güzelliğe sahip, tamamen içgüdüleriyle yaşayan, uçucu ve havai bir kız (şahsen iki tokat ekleştiresim geldi bu kıza!). Bembeyaz giysisi içinde, sezgisel olarak anlayabildiği alageyik derisi ile kaplı bir Shakespeare kitabıyla, sade kanepesine uzanmış, başucunda tek bir gül bulunan ince 
zevkli vazosuyla bir Odile.



Kitabın kırmızı sayfa kenarları Philippe'in kırmızı defterine bir gönderme gibi



Odile'in yetiştiği aile  biraz serbest ve epey kayıtsız bir ailedir. Annesinin hala genç sevgilileri, babasının bir türlü hayata geçiremediği mimarlık tasarıları, masa da yüksek sekle konuşan kardeşleri vardır.

Phılıppe ise katı bir burjuva eğitiminden geçmiş, geleneksel yargılara son derece bağlı, düz bir mantık anlayışına sahip, tutarlılık abidesi  ancak aynı zamanında budalalık derecesinde duygusal  genç bir adamdır. 
Aşıklarımız her türlü uyumsuzluğu büyük aşklarının gücüyle yeneceğine inanarak evlenir zaten pek farkında değillerdir benzemezliklerinin.

Tutarsızlık ve belirsizlikten nefret eden Phılıppe.
Günü bir rüya gibi yaşayan, belirsizliklere  sığınan bir Odile.

Phılıppe Odile'e bugün neler yaptın diye sorar, Odile tam hatırlamaz (ya da hatırlamak işine gelmez) "işte bir şeyler yaptım, ama tam hatırlamıyorum" der, sonra yeni diktirdiği elbisesinden  "bugün terzi de" diye söz açınca  Phılıppe çıldırır, aklı almaz bir türlü "terziye gittin mi gitmedin mi nasıl bilmezsin?". "Gittim herhalde ama bunun ne önemi var sevgilim?" der Odile. Phılıppe Odile'in  haklı olduğunu düşünür, evet ne önemi var ama yine de muğlaklığa tahammülü yoktur. Odile bugün terziye gitti mi, gitmedi mi?




Yazarın eşi Simone Andre de Caillevet Maurois





İki kere ikinin dört ettiğine dair Phılıppe'nin ölmez bir inancı vardır, Odile ise tam bir izafiyet kanunu insanıdır, "olabilir de olmayabilir de" der. Aşkları, karakterleri ve yetiştiriliş tarzlarına yenilir. 
Aslında "iklimleri" uymamıştır işte.

İkinci bölümde Odile gider ve İsabelle ve Phılıppe'in hikayesi başlar. Artık roller değişmiştir bu kez uçarılık yapan, hoş hanımlarla flört eden  İsabelle'i fazla ciddi bulan  Phılıppe olacaktır zira o artık Odile'den izler  taşımaktadır. Aşkı ve kadını tanıdığı ilk gönül macerasını Odile ile yaşamış olması onun aşkı sadece bu şekilde yaşanabilir sanmasına neden olmuştur. Phılıppe artık "bağlılık ve sevgi" ile "yosmalık ve kaygı" yı birlikte istemektedir.
Şimdi  kıskançlıktan deli divane olan, sevdiğini sürekli izleyen ve kontrol eden Phılıppe değil Isabelle'dir.

Zavallı Isabelle, ailesi çocuğa verilmesi gereken terbiyenin "sert" olmasına inanarak yetiştirmiştir onu.
Bir çocuk en iyiye alıştırılmamalı, her türlü zorluğa göğüs gerecek şekilde hayata hazırlanmalı, affedilmez bir  davranış şekli olan şımarıklıktan uzak tutulmalıdır.
Annesi "tüm insan yaşamını çilesine önceden alışılması gereken çetin bir savaş" saymaktadır.

Böylece sert, güzelliğini ancak "çok güzelsin" dendiğinde zorla algılayabilen ağır, ve sert mizaçlı bir kız  "İsabelle" yetişir.
Her şeye rağmen İsabelle kendi ayakları üzerinde durmayı başaran genç ve güzel bir kadın olarak tanışır Phılıppe ile.
Ama işte Phılıppe artık epey Odile'dir ve İsabelle aşkta kötü yetişmiş bir Phılıppe ile mücadele edecektir.

Ancak uzlaşma ve huzur yaşlılıkla gelecektir.

Kadın erkek ilişkilerine, kadın ve erkeğin birbirlerinin teslimiyetine göre tavır alışlarına,
mizaçlarının karşısındakinin tutumuna göre değişiklik göstermesine dair eşsiz bir anlatı bu kitap.

Madem yaşamın özü kadın ve erkeğin hikayesidir, öyleyse "İklimler" bu hikayenin  yenilgilerini, fetihlerini, kayıtsızlıklarını velhasıl tüm o zorlu iniş çıkışlarını, her iki tarafın gözünden kuyumcu inceliği ile işleyerek anlatıyor.

İnanın uzun uzun alıntılar yapabilir, aşk ve buna bağlı bir çok konuda çeşitli çıkarsamalara girişebilirim. Ama komik olur bu. Son derece mütevazi cüssesi ile kendi derdini o denli iyi anlatıyor ki "iklimler".

Gençken bir kez okunmalı, sonra tekrar.
Ama bir kez mutlaka okunmalı.

İklimler - Andre Maurois

Kitap Helikopter Yayınlarından Tahsil Yücel çevirisi ile çıkmış 206 sayfa.


                                                                 Kim Oynasın?

"İklimler" sinemaya uyarlanmış mı diye baktım ama bir şey bulamadım. Filmi Ang Lee çekerse tadından yenmez diye düşünüyorum.
Odile'in o saf, masum güzelliğini, değişken ruh hallerini Jennifer Lawrence çok yakıştırdım ben.
Kitapta son derece sinematografik karakterler var; François ve Solange. Kimler oynayabilir düşünmek gerek.


Odile gibi ak bir giysi içinde Jennifer Lawrence




Kitabın Ortasından

Bir aşığın "Sizde sevdiğim" "Sizde sevmediğim" listesi




15 Mayıs 2013 Çarşamba

New York Üçlemesi - Cam Kent




Paul Auster vazgeçilmez bir yazar değil benim için ama okurum da severim de aynı zamanda.


Paul Auster


Yeni veya okumadığım bir kitabını gördüğümde meraklanırım, alıp okumak isteği uyanır içimde. Tuhaf, öngörülemez karakterleri heyecanlı kurgusu vardır. Sonra bütün o tuhaf New York saplantılı tiplemeleri, yaşantıları bana Woody Allen'i hatırlatır. Şimdi hadi anlat dersen bir kitabını baştan aşağıya özetleyemem ama aklımda kalanlar da hiç fena değildir; yıllarca görüşememiş bir dayı ile yeğenin çıktığı uzun bir yolculuk, yol boyunca kalınan tuhaf moteller, antika kitaplar satan o kitapçı, ormanda kaybolan ve çok utanan insanlar vs vs. (Ay Sarayı mıydı emin değilim şimdi). Zihnimde bütün bu ayrıntılar tüm canlılığı ile uçuşur ama aynı zamanda sanki çok eskiden görduğum unutulmaz rüyalar gibi ayrıntıları hatırlar olay akışını unutmuş olurum.




Cam Kent, New York üçlemesinin ilki

Cam Kent'i okuyalı da epey olmuştu ama canım tekrar okumak istedi. Hem bloğum için sevdiğim bir yazarı paylaşmış olurum dedim ve hoop Paul Auster o bildik büyüsünü başlattı. Yine New York ve yine çevresinden yalıtılmış bir karakter. Kendini polisiye kitaplar yazmaya adamış ve hayattan başka bir beklentisi kalmamış olan bir yazarın kendini bir dedektif olarak bulmasının öyküsü. New York'ta küçük dairesinde oturup polisiye kitaplar yazan Quinn'in her gece aynı saatte telefonu çalmaktadır. Üstelik arayan kişi ısrarla Paul Auster isimli bir dedektifi aramakta, karmaşık sorunlarını ancak onun çözebileceğini iddia etmektedir. Bir iki derken Quinn bu oyuna katılmaya karar verir ve böylece değme dedektiflere taş çıkartan Mayk Hammer'vari bıçkın bir dedektif çıkar ortaya.


Bıçkın dedektif Mayk Hammer


Kitapta yıllarca bazı evlerin gizli bölümlerinde dünyadan kopuk, bir hayvan gibi yetiştirilen çocuklardan konu açılıyor. Bu çocuklar kah ebeveynlerinin sebepsiz nefretleri, kah çocuklar üzerinde çeşitli deneyler yapmak istemeleri üzerine (kitapta dil meselesi yüzünden ) izole edilmişlerdir. Bu imge bana François Truffaut'nun "Vahşi Çocuk" filmini hatırlattı. Hani Aveyron'lu Victor diye anılan vahşi çocuğun insanileştirilmeye çalışıldığı film (yahu ne güzel filmdi o da).




François Truffaut Vahşi Çocuk (l'enfant Sauvage)


Derken mesele dil konusuna geliyor ki zaten çocuğun üzerinde dil konusunda deney yapılmıştı. Dil konusu ise şöyle; cennette mükemmel olan dilimiz ademin kovulmasıyla bozulmuştur, güya aslında dünya da yanlış giden bütün şeylerin nedeni isimlerin nesnelerin gerçek anlamlarından kopmasıymış. Artık adlar eski saf hallerini yitirmişler yanlış manalar içermeye başlamışlar. Mesela ''yumurta" sözcüğü "yumurta kafa" çeşitlemesinin ardından anlamını yitirmişmiş. . Dedektif Quinn meselesi dil olan ve Babil Kulesi ile ilgili bir kitap yazan yarı kaçık bir adamı (profesör Stillmann) takip etmeye başlıyor, adam bin türlü ıvır zıvır toplamakta ve bunlara yeni isimler koymaktadır ki insanlık yeni ve saf bir medeniyete kavuşsun. İşte böyle akıp giden, oradan oraya savrulan bir öykü. Kitabın Ortasından dersek eğer; dedektifimiz peşine düştüğü Stillman'ın New York'u Babil Kulesi'nin baş harflerine uydurarak dolaştığını, yürüyüşünün şablonunu çıkartdığında ise her güne bir harf düştüğünü ve bu harflerin The Tower Of Babel'in baş harfleri olduğunu görür.


The Tower Of Babel -Babil Kulesi


Ey okuyucu, soracaksan eğer "Cam Kent" benim en sevdiğim Paul Auster kitabı değil. Okunur ayrı! 


Cam Kent, Paul Auster Metis Edebiyat 143 S. Yusuf Eradam'ın Çevirisi 
Kim Oynasın?



Quinn'i Tim Roth oynasın


Tekinsiz, perişan, hayattan bezmiş dedektifimiz Quinn için Tim Roth'u seçtim. Kendisini Haneke'nin o korkunç Funny Games' ten (Ölümcül Oyunlar) hatırlarım ki çaresiz koca rolünde gayet iyiydi.

 Paul Auster'ın eşi yazar Siri Hustvedt.



Siri Hustvedt.



 Zerafetiyle dikkat çeken Siri Hustvedt aslen Norveçli. Türkçeye çevrilmiş "Sevdiklerim" ve The Blindfold (Göz Bağının Ardında) isminde beğeni toplayan romanları var. Eşi ile yazım tarzlarının benzediği eleştirisine hoş bir cevap vermiş: “Eğer çağdaş roman bir şehir ise, Paul ve ben aynı mahallede oturuyor olabiliriz, ama aynı evde değil." Bize ilgi çekici bir hayatı olduğunu duyumsatan bu karizmatik kadının kitaplarını okumak, dünyasını tanımak istedim. Kitaplarından birine rastlarsam alacağım.




Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts