26 Nisan 2013 Cuma

32. İstanbul Film Festivali - Ardında Kalanlar


 Festival kitapçığı çıktığında benim için kış sona ermiş demektir; tünelin ucu görünmüş, bir mevsim bitmiş diğeri başlamıştır. Artık kara da ölüm yoktur ve aslında film zamanı gelmiştir. Sinema sanatı için hissettiklerimi ise anlatmak uzun sürer ancak daha koltuk arama aşamasında büyü başlar benim için. Hele festival filmlerinin oynadığı sinemalar kötü olduklarına bile iyi olurlar. Mesela Feriye sinemasının alt salonunda ki eğim o kadar azdır ki alt yazıları okuyabilmek için kuğu gibi boynunu uzatan şahıslarla dolu olur salon ama olsun Feriye Feriye'dir ve her türlü lüksüne rağmen Nişantaşı Ctiys'den başkadır. Hissettirdikleri için düzenleyenlere, emektarlarına selam olsun. 

 Tabii kitapçığı elime alır almaz film seçme telaşı da başlıyor; tanıdık yönetmen arama, yenilere şans verme, bildik oyuncularla tekrar selamlaşma, ilgi çekici konuları olanları ayıklama.

 Her bir filmi okuyup tema, yönetmen, oyuncu, vs göre sınıflandırıyor, görmek istediklerimi kitapçığın içinde bulunan çizelgeye işaretliyorum. Ama ayrıca da kendime göre filmlerle ilgili notlar aldığım başka bir ajandam oluyor. İşte bu sene  ilk hafta filmlerle ilgili okuyup not aldığım ajandamı kaybettim ve bu işlemi tekrar yapmak zorunda kaldım.



Yaz, boz, çiz - festival çizelgesi

 Ama ikinci listeyi de pek verimli kullanamayınca başka yöntemler belirledim. Her akşam İKSV'nin festival sayfasından ertesi günkü filmleri kategorize ettim ve bir filme bilet bulamama durumu için görebileceğim yedek filmleri not ettim. Yahu bu bildiğin iş! Biz sinemaya zevk için gitmiyor muyduk dediğim de olmadı değil ama bu işin içinden başka türlü de çıkılmaz diye düşünüyorum. Her türlü organize olacaksın. Yoksa öyle elini kolunu sallaya sallaya gidince ya hiç alakasız bir filmde buluyorsun kendini ya da kös kös geri dönüyorsun.

Anadolu yakasından Avrupa Yakası'na keyfi bir iş için çok fazla geçmiyorum (gerçi Üsküdar Beşiktaş arası deniz yolculuğu o denli zevkli ki laf olsun diye bile geçtiğim olmuştur). Ama seçtiğim filmleri izlemek uğruna festival süresince Rexx, Atlas, Beyoğlu, Pera arası bildiğin tur attım.

Gelelim  filmlere. Ben ilk hafta çeşitli nedenlerle yeterli film seyredemedim. Son an bileti bekleyen kuyruk seyircisiydim anlayacağınız ama bunun zevki de heyecanı da başka. Atlas'ın  önünde bilet beklemek, fazla biletlerini satanların etrafında çember oluşturmak (bilet kapmak için çevik ve hızlı olmak gerekiyor, olayı tam çözüyorsun festival bitiyor), Feriye'den çıkıp Nişantaşı Citys'e yetişmek için orada tanıştığın başka festival kadınları ile taksiye atlamak, trafik sıkışınca taksiyi sepetleyip nefes nefese yokuşu tırmanmak... O sırada filmlerden konuşmak, referans almak, ahbaplık etmek. Şahenedir. Sonuçta bu filmi izlemek için değerdi dediğim de oldu, yahu bu ne şimdi dediklerimde ve kaçırdığım çok film var kuşkusuz. Bazılarını bilgisayardan indirip izlemeyi düşünüyorum ki bunların arasında ful çakan Lizbon'a Gece Treni'de var,  aynı şekilde Hipnozcu ve Yarım Kalan Hayat'da.


Ancak blog yazmaya başlarken bir karar almıştım ben, öyle her konuda yazmayacaktım, yazılarımın bir ana teması, aslında bir ekseni olmalıydı. Kitaplara bir dereceye kadar mesafeli duracak, filmleri belki görmezden gelecek, yemek, gezi yazmayacak daha çok tarz, duruş, kim neyi neden giymiş ve bunu neden yapmış, ne takmış, ne sürmüş de sonuç bu olmuş (moda demiyorum bakın) üzerinde duracak, beğendiğim, kullandığım kozmetik ürünlerini paylaşacaktım. Sağlam nedenlerim vardı kuşkusuz ki onu da başka zaman anlatırım.
Ama gördüm ki kurallar iptal etmek için var ve kitap, sinema eleştirileri yazarken aldığım haz tavan yapıyor ve geri dönüşleri çok iyi (burası benim yerim kardeşim canım ne isterse yazarım moduna da girdim sanırım). O halde devam diyorum ama gezi fotolarını da şimdilik sadece instagramda yayımlıyorum.


Bu kadar laf kalabalığı yeter diyerek, artık  filmlere, o filmlerden beni etkileyen karelere, diyaloglara, müziklere kısaca paylaşımlara gelmek istiyorum.



                                                           
Gördüğüne İnan
                                                             

Ben filme bu kareyle tav oldum, panorama'da görünen kırsal, kadının bej pardösüsü bana bir şeyler vadetti ve vaatler gerçek çıktı.

Biri iyi diğeri kötü ikizler metaforunu kullanan, yönetmen Mike Figgis, filmde ki dijital numaraları kendi  Conan marka  fotoğraf makinesi ve macintosh marifeti ile yapmış ve acayip başarılı olmuş. Ama siz esas kızımıza bakın ve bence daha da iyi bakın. Yahu bir de erkek oyuncu tuhaf bir şekilde Fuat Keyman'a  benziyordu.



                                                                                   Lotte Verbeek


Eskilerin vamp kızıllarını andıran  Lotte Verbeek filmde gizemli ve kışkırtıcı bir kadını canlandırıyor.  Saçı, başı, makyajı harika ve bu ince çalışma filme tartışmasız katkı da bulunuyor.  Nothing Personal ve Borgias' dan aşina olabilirsiniz.


Kuzeye Giden Yol



Vesa Matti Loiri - Keikat 


Film için koşturduğuma bir saniye bile beni pişman etmedi bu film. Bunda en önemli etken kuşkusuz Finlandiya'nın en meşhur şahsiyet ve müzisyenlerinden Vesa Matti Loiri oldu. Film için biçilmiş kaftan ve harika bir sesi var.  Bir nevi bizim Tanju Okan'ın aynı zamanda komik olanı. Mika Kaurismaki filmin yönetmeni.  Enteresan bir kişilik, Aki isminde bir de kardeşi var beraber film çektiği. Brezilya müziğinin dibini bulmuş, belgeselini yapmış, şimdi de Rio De Janeiro'da bar işletiyormuş. Saygı duydum!





Filmde baba oğulun bardan kadın kaldırdıkları sahnede yaptıkları müzik şahane.



Ölü ve Mutlu

Filmdeki kadın karakteri oynayan Roxana Blanco müthiş, film onun hatırı için gitti zaten.
Sanırım senarist ve yönetmenler kiralık katillerin hayatlarını pek anlatılası ve orijinal buluyorlar hadi öyle olsun ama ahlaki doğruları birbirleri ile karşılaştırırsak ancak öldürdüğü ilk adamın adını  hatırlayınca  huzur içinde ölebilen adamımız kiralık katil Santos, kara köpek Walter'a sırf çenesini beğenmediği için yavrularını da dahil ederek yıllar süren bir kinle soykırım uygulayan çiftlikteki babaya göre neden daha dokunulmaz ya da anlamlı bir hayat yaşamış olsun ki?


    Roxana Blanco
                                                                            

Sadece ıslıklı bir Santos veya Allehandra diyebilmek için İspanyolca öğrenmek gerek. Filmin sonunda  katil Santos'un kahramanlıklarını anlatan  yerel bir müzik vardı ağız mızıkası ile çalınan ki pek eğlenceliydi doğrusu.  





                                                            Çocuk Pozu

 Romanya yapımı film travmatik bir anne oğul filmi. Çocuklarına delice düşkün ve sevgisi ile boğan anneler seyretmeli. Yahu oğlunun kaza ile öldürdüğü aileye başsağlığına giden anne ölen  çocukla ilgili konuşmak yerine bır bır kendi koca dana oğlunu anlatıyor; yok iki yıl artistik patinaj dersi aldırmışmış da, yok çocukken şöyle tatlıymış da, bu denli kendi çocuğuna dönük, başkalarına karşı empati yoksunu bir anneye olan tepkimi ancak "yuh" diyerek ifade ediyorum .



Çocuk Pozu 




Film sayesinde bir  meseleye daha vakıf olduk ki belli bir yaştan sonra kadınların kokoşluğu hala daha abartıyor olmaları kötü bir izlenim yaratıyor. Fönlü saçla üç gün yatmalar, kartal pençesi manikürlü tırnak, tak takıştır. Bir saatten sonra yok yani, gideri yok. Sadeye bağlamak gerek.

Filmdeki  Olga Çerkes isminde bir teyze karakteri var. Çerkes sürgünün izleri ile karşılaşmak birden. Tarih peşinizi bırakmıyor gerçekten de.


Çocuklarım


Emilie Dequenne

Dağıttı bu film beni, keşke gitmeseydim dediklerimden. Kadın çaresizliği, çocuk yetiştirirken yalnız kalan kadın, emanet ata binen tez iner savını doğrulayan ekonomik bağımlılık durumları. Nerede yaşamalı ve çocuk yetiştirmeli, doyduğun yer mi, doğduğun yer mi, zengin ama sıkışık mı, yoksa rahat, derbeder ama geleceksiz mi? Konu iyi ama belki daha iyi anlatılsaydı.

Kuru Gürültü



Kuru Gürültü çağdaş bir Shakespeare uyarlaması





Joss Whedon filmi on iki günde çekmiş. Festival kitapçığında film için karanlık, absürd ve kimi zaman seksi gibi ifadeler kullanılmış. Yahu hiç biri değil bence. Shakespeare uyarlaması, kadın erkek ilişkilerinin değişmezliği nedeni ile son derece güncel ve komik bir film.

Ama ne uyarlama, Shakespeare İngilizce'si  Türkçe'de şahane karşılık  bulmuş ki çevirenleri tebrik ediyorum. Aslında orijinal  Shakespeare metnini duyunca "eyvaaah" dedim. Ancak hemen sardı film, hele iki sivri zeka Amerikan polisi apartması "kolcu " tiplemesi harika olmuş. "Kolcular beri bakın" ya da "ben seni kız oğlan kız sandımdı" gibi örneklerden anlayacağınız gibi şahane bir çeviri yapılmış. Çağdaş bir dekor ve kostüm üzerine bu tür bir Shakespeare dili uyarlanınca tam seyirlik olmuş. Kaç kez kahkaha attım saymadım.



Seyredip yazamadığım "Karşımda ki Gece" ve "Küçük Şeyler", bilet alıp gidemediğim "Starlet" , yetişemediğim "Derin Sular",  "Liderin Gülüşü", "...Adına", "Makao'yu Son Gördüğümde", "Lucia'dan Sonra", "Yozgat Blues", "The Sapphires", "Kon Tıkı", "45 Ruhu", " 7 kasa"  gibi bir dolu güzel filmle festivali noktaladık .

                                                       Allah seneye yetiştirsin diyorum.

5 yorum:

  1. Selam. Film yorumlarına bayıldım keşke ben de İstanbul da olsaydımda festivale katılabilseydim. Lotte Verbeek dizilerden tanıyorum biraz. Çok güzel gerçekten. Senin beğendiğin filmleri indireeceğim bende.

    YanıtlaSil
  2. Sana da selam,ben İstanbul dışında yaşarken de geliyordum, ama şartlar müsaitti ol yakın sayılırdı vs.Benim beğendiklerimi umarım beğenirsin.

    YanıtlaSil
  3. Rehber selam,
    Monet yazımda bahsetmiştim, İstanbul'da olmanın en güzel yanı her türlü etkinliğe dilediğince katılabilme lüksü, yoksa beni pek cezbettiğini söyleyemem:)
    Antalya'da birara "Avrupa filmleri festivali" yapılıyordu, eşimle neredeyse tüm filmleri keyifle izlemiştik. Ancak manzara bizi şok etmişti: Başkalarının Hayatı filmine gittiğimizde salonda sadece 3 kişiydik:/ Zaten o yıldan sonra o festival sona erdi:(
    Mesela Woody Allen filmlerini çok severim ama buralara asla gelmez, çünkü seyircisi olmaz..ben de DVD lerinin çıkmasını -koleksiyonunu yapıyorum- bekliyorum maalesef..
    Yukarıda yorumlarını yaptığın filmleri internetten bulup izleyeceğim.
    Emeğine sağlık, teşekkürler!
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Merhaba,İstanbul'da yaşamakla ilgili ,artıları eksileri ile ilgili bir post yazasım var:))
    Woddy Allen'ın son filmleri artık popüler seyirciye de gider tonda ,Vicky Cristina Barcelona eski filmlerine de pek benzemiyordu doğrusu.
    Filmlerde kafana göre takıl,umarım hayal kırıklığı olmasın.
    sevgiler

    YanıtlaSil
  5. gelcem yine dün çıkmadı bu yazı ama tıklayınca :) kuru gürültü şey di mi much ado about nothing biliyom tabii :)

    YanıtlaSil

Bunlar da ilginizi çekebilir:

Related Posts